Megan, babası Robert’ın ölümcül hastalığıyla yüzleşen genç bir kadın; annesi Barbara ise kocasını kaybetme şokunu atlatmaya çalışmaktadır. Aile içindeki gerginlik ve birbirine yabancılaşma, Robert’ın ölümüyle birlikte doruk noktasına ulaşır.
Bunun ardından Barbara, uzaktan gelen tuhaf bir yardım çağrısına kulak verir ve “ölüm doula” olarak tanınan gizemli bir adamı ikna ederek babayı yeniden diriltmeyi teklif eder. Megan başlangıçta şüpheyle yaklaşsa da annesinin ısrarı ve umudu, ritüelin içine onları adım adım iter.
Ritüel başladıkça evdeki atmosfer değişir: fiziksel dünyayla metafizikselin sınırları bulanıklaşır. Megan, hem babasının anılarına tutunmak hem de annesinin saplantısına tanık olmak arasında sıkışır. Tören ilerledikçe beden-bütünlüğü bozulan sahneler, Megan’ın psikolojik sınavını görünür kılar.
Filmin doruk noktasında, Megan ve Barbara, babalarıyla yüzleşme arzuları içinde kendi kayıplarının ve birbirlerine mesafeli duruşlarının eşliğinde korkunç bir gerçekle karşılaşırlar. Ritüel, acı veren bir kabul sürecine dönüşür: bazen vazgeçmek, sevdiklerimizi gerçekten serbest bırakmanın tek yoludur.
The Surrender, yalnızca doğaüstü korku unsurları içeren bir film değil; aynı zamanda ölüm, yas, aile bağları ve insan doğasının sınanması üzerine duygusal bir keşiftir. Az sayıda diyalog ve kapalı mekân kurgusu, izleyiciye anne-kız ilişkisinin rafine edilmiş çatışmalarını içsel bir anlayışla hissettirir.